Dostların Bir Araya Geldiği YeR
SaYFaMıZa HoŞ GeLdiNiZ  
  Ana Sayfa
  ANKET
  HZ.UFTADE
  BAYANLAR İCİN NAMAZKILMA RESİMLİ ANLATIM
  GUNLUK HADİS VE DUA
  KUR-AN
  Hz.Mevlana
  MYNET DOSTLARIM YAZIN
  İBRAHİM BİN ETHEM HZ.Leri
  40HADİS
  SOHBET
  GELEN ZİYARETCİ

İSTİKLAL MARŞI

Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.

Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celal?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal...
Hakkıdır, hakk'a tapan, milletimin istiklal!

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.

Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
'Medeniyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar?

Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın.
Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
Doğacaktır sana va'dettiği günler hakk'ın...
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.

Bastığın yerleri 'toprak!' diyerek geçme, tanı:
Düşün altında binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şuheda fışkıracak toprağı sıksan, şuheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da hüda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.

Ruhumun senden, ilahi, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.
Bu ezanlar-ki şahadetleri dinin temeli,
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.

O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım,
Her cerihamdan, ilahi, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-i mücerred gibi yerden na'şım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım.

Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, hakk'a tapan, milletimin istiklal!

Mehmet Akif Ersoy

www.htmlmekani.tr.gg
HZ.UFTADE

HZ.UFTADE NIN HAYATI




HAYATI ve ŞAHSİYETİ
KUDDİSE SIRRUHU (1490-1580)

Mehmed Muhyiddin Üftade 895 (1490) yılında Bursa'da dünyaya gelmiş,
988 (1580)'de yine Bursa'da vefat eylemiştir. Üftade, Bursa'da kurulup teşkilatlanan ve daha sonra Anadolu ve Balkanlar'a yayılan Celvetiye Tarikatı'nın Piri ve Aziz Mahmud Hüdayi'nin de şeyhidir.


ÜFTADE ADINI ALIŞI
Gençlik yıllarında Ulucami ve Doğanbey Mescidi'nde fahri müezzinlik yapan Mehmed Muhyiddin'in sesi çok güzeldi. Halk O'nu dinleyebilmek için ezandan önce caminin etrafında erkenden toplanırlardı.
Bir gün yaptığı bu hizmete mukabil caminin mütevellisi kendisine bir kaç akcelik maaş tayin etti. 0 gece rüyasında "mertebenden üftade oldun
(düştün) itabına maruz kalan Mehmed Muhyiddin, derhal maaşı terk ederek kendisine "Üftade" lakabını taktı. Daha sonraları da bazı şiirlerinde kullandığı sanılan "Muhyiddin" mahlasını bırakıp Üftade mahlasını kullanmaya başladı. Bu gün elimizdeki Divan'ı bu mahlasla kaleme alınmıştır.



HOCALARI VE İLK TAHSİLİ



Hz. Üftade ilk tahsilini Selçuk Hatun Camii imamı Muslihiddin Efendi adında bir zatın yanında yapmıştır. Yine ilk tasavvufi zevk ve neşveyi de muhtemelen bu zat vasıtasıyla tadmış, birçok keşif ve kerametlerine şahit olmuştur.

Hatta O'nun tarikatına intisab etmek istemiş, fakat hocası o yaşta bir çocuğu kabul etmeyerek ileride arzu ettiği yüce makamlara erişeceğini işaret etmekle yetinmişti.
Üftade bunun yanısıra Abdal Mehmed adında bir meczubdan da istifade etmiştir. Saçlarını uzatarak Abdal Mehmed'i taklid eden Üftade, Bu zat gibi zaman zaman Gökdere semtinde Cenk Kayası adında bir kayanın üzerine çıkar, saçlarını öne doğru dağıtarak Arap, İran, Hind ve Rum illerini keşfederdi.

RAHMET MERDİVENİ



ŞEYHİ HIZIR DEDE

Üftade'nin tasavvufi hayatı on yaşında iken tanıdığı Hızır Dede (öl. 913/1507) ile yeni bir mecraya girmiştir. Bayramiye şeyhlerinden olan Hızır Dede, Hacı Bayram Veli'nin (833/1429) halifesi Akbıyık Meczub'dan (öl.860/1507) icazet almıştır.

Mihalıç kasabasında koyun çobanlığı yaparken soğuktan ayakları donarak kötürüm olunca Bursa'ya yerleşmiş, Ulucami çevresinde Vaiziye Medresesi'nde ikamet etmiştir.

Üftade, Hızır Dede'nin yanında bir yandan riyazet, mücahede ve ilim tahsiline devam ederken diğer taraftan da babasının zoruyla ipekçilik mesleğinde çalışmıştır. Şifalı sulara ihtiyacı olan Hızır Dede'yi yıllarca sırtında kaplıcaya taşıyan Üftade, sekiz yıl şeyhine hizmet ettikten sonra on sekiz yaşında iken O'nu kaybetmiştir.

Hayatını ibadet, riyazet ve mücahedeyle geçiren Hızır Dede, Kuzgunlukta yahut da Pınarbaşı'nda Üçkozlar zaviyesi altında bir yere defnedilmiştir.



Üftade şeyhinden icazet almasına rağmen O'nun ölümüyle birlikte çok meşakkat ve çile çekmiştir. İsmail Hakkı Bursavi'ye göre daha sonra Üveysi tarikle kemale ererek keşfi açılmıştır. Üftade seyr-ü sülükunun bu bölümünü şöyle anlatmaktadır:

"..Andan sonra alem-i istigraka düşüp altı-yedi günde seyreyledüm. Ne nefsüm kaldı ve ne siva kaldı".



MÜEZZİNLİK, İMAMLIK ve İRŞAD HİZMETLERİ

On altı yaşlarında Ulucami'de fahri müezzinliğe ve muhtelif camilerde imamlığa başlayan Üftade, bu vazifeleri on sekiz yıl sürdürdükten sonra vaaz ve irşad hizmetlerine başlamıştır.

Doğanbey, Namazgah ve Kayhan Camilerinde hitabette bulunmuş, Aziz Mahmud Hüdayi de kendisini Kayhan Camli'nde tanıyarak intisab etmiştir.



Üftade, halkın ısrarı ve Emir Sultan Hazretleri'nin rüyada ricası üzerine Emir Sultan Camii Hatipliğine tayin edilmiş ve bu vazifeyi ömrünün sonuna kadar sürdürmüştür.

Aldığı maaşı da dervişlere dağıtmıştır, Fakat daha sonraları dağın eteğinde yaptırdığı tekke ve bitişiğindeki camide Celvetiye Tarikatı'nin talimiyle meşgul olmaya başlayınca yerine yardımcısı Haleblizade Mahmud Efendi'yi görevlendirmiştir.



VELİLİKDEKİ MERTEBESİ

Hz. Üftade, hayatı boyunca ibadet, zühd ve takvaya son derece önem vermiş, şüpheli şeylerden uzak durmuştur. O daima halk içerisinde Hakk'ı aramış, uzlet yerine celveti tercih etmiştir.

İsmail Hakkı Bursevi'nin ifadesiyle Üftade, fena ve beka mertebelerini cem eylemiş, fark ve cem makamlarından yüce sözler söylemiştir. Zulmani ve nurani yetmiş bin perdeyi geçerek her nesnenin sırrına vasıl olmuştur.

0 hem malumdur yani zahirde beşeriyet mertebesindedir ve hem de meçhuldür ki sırrı gaybü'l-gaybdedir. Hak'dan başka O'na kimse muttali olamamıştır. Bu yüzden Hz. Üftade: "Beni ehl, evlad ve etbadan hiç kimse bilmemiştir" demektedir. Üftade'nin kendi usulüyle Hakk'a vasıl olduğuna şu şiiri delalet etmektedir:



Geçesin alem-i ferşi

Dahi hem Kürsi ve Arşı

Gele muştucular karşı

Digil ya hu ve ya men hu

Hz. Üftade keşifle alakalı olarak müridi Hüdayiye ders verirken riyazeti esnasında çarşıda ölüleri dirilerden daha ziyade müşahede ettiğini haber vermektedir. Bundan başka süluku esnasında kendisine bir hal arız olduğunu, bütün mahlukatın gözünden kaybolduğunu, halkın içerisinde yürürken halkı görmediğini söylemektedir.



Elini öperek ruz-i cezada kendisini unutmamasını istirham eden bir komşusuna Üftade'nin verdiği şu cevap O' nun insanlara karşı sevgi ve merhametini göstermesi açısından manidardır:

"Değil komşularımızı, bütün vilayetimizin halkını cehennemden kurtarmaya çalışalım. Lütf-ü İlahi'den istirham eyleyelim."



HALİFE ve POSTNİŞİNLERİ

Üftade çok sayıda mürid ve birçok halife yetiştirmiştir. Bildiğimiz halifeleri şunlardır: Aziz Mahmud Hüdayi (öl.1038/1628), Üftadezade Şeyh Mehmed Efendi (öl.994/1586), Üftadezade Mustafa Efendi (öl.1017/1608), Muabbir Veli Dede ( öl.1010/1601), İşkembeci Dede Can Alim Efendi, Tirevi İbrahim Efendi,, Hayreddin Efendi el-Bursevi.



Aziz Mahmud Hüdayi

İsmail Hakkı Bursavi'ye göre Üftade kamil manada iki kişiyi terbiye etmiştir. Bunlardan biri Kemal Dede adındaki müridi, diğeri ise Aziz Mahmud Hüdayi'dir. Gerçekten de Üftade'nin irşad silsilesi bu zatla yürümüş, Celvetiye Tarikatı daha

Hüdayi'nin sağlığında yüz binlere varmıştır. Hatta bu yüzden Celvetiye Tarikatı'nı Hz. Hüdayi'nin kurduğunu söyleyenler bile olmuştur.



Hüdayi, Ferhadiye Medresesi'nde müderrislik ve Mahkeme-i Suğra'da naiblik yaptığı bir sırada gördüğü bir rüya üzerine öteden beri vaazlarına devam ettiği Bursa'nın büyük mürşidi Hz. Üftade'ye intisab ederek (984/1576) bu mesleği bıraktı.

Bundan sonra çile dolu bir hayata başladı. Şeyhi Üftade'nin emri ile malını mülkünü fakir fukaraya dağıttı. Sırığın ucuna ciğer takıp sokaklarda sattı, tekkenin helalarını temizledi. Zaman oldu ki bir elmayı koklayıp üç günde bir iftar etti. Nihayet üç yıl gibi kısa bir zamanda sülukunu tamamlayarak 987 Zilhicce (1580 Ocak) ayında Şeyhi Üftade'den icazet aldı.

İrşad vazifesiyle Sivrihisar, Rumeli ve istanbul'un muhtelif semtlerinde ikamet ettikten sonra Üsküdar'da yaptırdığı tekke ve bitişiğindeki camide Celvetiye Tarikati'nı yaymaya başladı.

Bu arada tefsir hadis dersleri okuttu, kendi camii başta olmak üzere Sultan Ahmed ve Mihrimah camilerinde vaazlar verdi.



Aziz Mahmud Hüdayi 1038 (1628) tarihinde doksan yaşları cıvarında vefat ederek zaviyesindeki türbesine gömüldü.

Hazret-i Üftade'nin Postnişinleri

Hz. Üftade'den sonra Bursada'ki tekkede Celvetiye talimi aynen devam etmiş, bu tekkede Üftade'nin ahfadından Kutup İbrahim Efendi başta olmak üzere çok değerli şeyhler yetişmiştir.

Hz. Üftade'nin vefatından tekkelerin kapatılmasına kadar geçen üç buçuk asırlık zaman içinde, Üftade Dergahı'nda, on üç şeyh postnişin olmuştur. Bu postnişinler şunlardır:

1. Şeyh Mehmed Efendi

Üftade'nin küçük oğlu ve halifesidir. Babasının vasiyeti üzerine kendisinden büyük olan ağabeyi Şeyh Mustafa Efendi'den önce Üftade Dergahı'na postnişin olmuştur.

Mehmed Şemseddin Efendi, Hz. Üftade'nin nur-i kerametle küçük oğlunun az yaşayacağını bildiği için bu makamı önce O'na vasiyet ettiğini kaydetmektedir.

Şeyh Mehmed Efendi, pederinin yerine Emir Sultan Camii hatipliğine tayin olunmuş, ayrıca güzel ve Davudi sesiyle de şöhret bulmuştur. 994 (1585) yılında vefat eylemiştir.

2. Şeyh Mustafa Efendi

Hz. Üftade'nin büyük oğlu ve halifesi Şeyh Mustafa Efendi, kardeşinin vefatından sonra yerine postnişin olarak yirmi küsur yıl irşat hizmetinde bulunmuştur.

Alim ve şair bir zattır. "Bursa'nın kutbu" olarak anılan bu zatın ticaretle meşgul olduğu ve Ulu Cami'de müezzinlik yaptığı bilinmektedir.

Gece gündüz ibadet, tevhid ve zikirle meşgul oldugu bir sırada Cemaziyelahir 1017(Eylül 1608) yılında vefat etmiştir.

3. Kutub Halil İbrahim Sadık

Mustafa Efendi'nin çoçukları yaşamamış, daha çocukken vefat etmişlerdi. Bir gün içli bir yakarışla dergah-ı ilahi'ye el açarak kendisine salih bir evlat ihsan etmesi için Cenab-ı Hakk'a dua ve niyazda bulunmuştu. Çok geçmeden Halil İbrahim dünyaya gelmiş, fakat bu sefer de Şeyh Mustafa Efendi'nin ömrU vefa eylemeyip dar-i bekaya göçmüştü.

Şeyh Mustafa Efendi ölmeden önce oğlu İbrahim'in bakım ve terbiyesini damadı Şah Muhammed Efendi'ye vasiyet etmişti. İki yaşında iken yetim kalan İbrahim, eniştesi Şah Muhammed Efendi'nin himayesinde büyümüştü.

İbrahim Efendi, eniştesinin yanında on sekiz yaşına kadar devrinin resmi ilimlerini tahsil etti. Daha sonra Aziz Mahmud Hüdayi'nin arzusu üzerine İstanbul'a gelen Halil İbrahim, Hüdayi'nin yanında dört yıl riyazet ve mücahedeye devam edip seyr ü sülükünu tamamlayarak halife oldu.

Hz. Üftade'nin müridi Hüdayi'den, hilafet alarak Bursa'ya dönen Halil ibrahim'in halk arasında "kutub" namıyla şöhret bulmasi, O'nun kemalat ve faziletine delil olarak gösterilmektedir.

Misri Dergahı Şeyhi Mehmed Şemseddin Efendi "Ruhaniyyetlerinden istimdad idenler, emeline nail olur" diyerek bunu teyit eder. Halil İbrahim, aynı zamanda şairdir. "Sadık" mahlasıyla şiirler yazmıştır.

Halifelerinden Akbaba İmam Mehmed Zaifi, kendisinin birçok güftesini bestelemiştir. "Anlar bizi" kafiyeli şiiri de Niyazi Misri (öl.1106/1694) tarafından tahmis edilmiştir. Bu zat Kutub İbrahim Efendi'ye gayet derin bir hürmet duyar, huzurunda ayakta bekler ve "teberrüken" hizmetinde bulunurdu.

Sultan IV. Mehmed 1069(1658) tarihinde Bursa'ya gelerek Halil İbrahim Hazretlerini ziyaret etmiş ve duasını almıştır.

13 Ramazan 1089 (29 Ekim 1678) cumartesi günü vefat eden Halil İbrahim Hazretleri, dedesi Hz. Üftade'nin yanına gömülmekten haya ettiği için vasiyeti üzerine türbenin dışında girişte bir yere gömülmüştür. Mezar taşndaki tacı on terkli olup evlatlarının tacı da aynı şekildedir. Hakkında birçok şair medhiye, mersiye ve tarihler yazmıştır.

Gazzizade Abdullatif, Kutub İbrahim'in altmış sene sonra kabrinin açıldığını, yüzünden şebnem gibi hayat alameti görüldüğünü yazmaktadır.

4.Şeyh Mehmed Efendi

Kutub İbrahim Efendi'nin oğludur. Alim bir zat olup Bursa'nın kutbu diye anılmaktadır. Yirmi yıl irşad hizmetinde bulunduktan sonra 11 Muharrem 1109 (30 Temmuz 1697) Salı gecesi vefat eylemiştir.

5. Şeyh Mustafa Efendi

Üftadezade Şeyh Mehmed Efendi'nin oğludur. Alim ve fazilet sahibi bir zattır. Yirmi beş yıl bu hizmeti ifa ettikten sonra 2 Şaban 1134(18 Mayıs 1721) Pazartesi günü vefat eylemiştir.

6. Şeyh Hayreddin Çelebi

Şeyh Mustafa Efendi'nin oğludur. Otuz sekiz yıl fasılasız şeyhlik yapmıştır. Alim, faziletli, cömert ve herkesin sevdiği bu zat, zamanının büyük bir evliyası olarak görülmektedir.

Eşrefzade Seyyid Şerifüddin Efendi'nin kızı Maşita Hatun'la evlenmiş, bu evlilikten Mustafa Efendi, Sırrı Ali, Mehmed Eşref adında üç oğlu olmuştur. Hayreddin Çelebi, 1172(1758) de vefat eylemiştir.

7. Şeyh Mustafa Efendi

Hayreddin Çelebi'nin oğludur.İyi bir tahsil gördükten sonra babasının yanında süluka başlamıştır. Babası vefat edince Eşrefzade Şeyh Fahreddin Efendi'ye intisab etmiştir. O da vefat edince Eşrefiye Dergahı Şeyhlerinden Abdülkadir Efendi'ye intisab ederek sülukunu tamamlayıp icazet almıştır.

Şeyh Mustafa Efendi'nin müridi olan Gazzizade Abdullatif Efendi (öl.1247/1831), Şeyh Mustafa Efendi'nin hem Celvetiye ve hem de Kadiriye'den icazetli olduğunu belirtmektedir.

Şeyh Mustafa Efendi, sülükunun başlangıcından ömrünün sonuna kadar kırk yıldan fazla bir zamanda teheccüdü bırakmamış, sünnet-i seniyyeye tam manasıyla riayet etmiş, nafile namazların terk edilmesine bile cevaz vermemiştir. Abdestsiz gezmez, her abdest alışında şükr-i vudu namazı kılar, kahve, tütün gibi keyif verici şeylerden kaçınırdı.

Şeriat'ın erkanına ve tarikat adabına son derece dikkat eder, bütün vakitlerini vird, zikir, Kur'an ve kitap okumakla geçirirdi. Alim bir zattı. Abdestin sünnetleri konusunda fıkhi bir meseleden dolayı amelinden şüphe edip yirmi beş yıllık namazlarını kaza ettiği rivayet edilmektedir. Gazzizade Abdüllatif, kendisinin birçok kerametini gördüğünü söyleyerek bunları kitabında beyan etmektedir.


Şeyh Mustafa Efendi, 1 Ramazan 1217 (26 Aralık 1802) Pazar günü vefat eylemiştir, Kendisi orta boylu, hafif sakallı, kırmızı yüzlü, fukaraperver cömert bir kişiydi. Cenazesini yıkayan Hace Bekir Efendi, cenazesi yıkanırken kalbinin zikrettiğini ağlayarak anlatmıştır.

8. Ahmed Hasib Efendi

Ahmed Hasib Efendi, Şeyh Mustafa Efendi'nin oğlu olup Üftade'nin erkek evladından sonuncu postnişini olmuştur. Her türlü ilimin yanısıra Arapça ve Farsça'da da mahir olan Ahmed Hasib Efendi, Seyyid Nasireddin Buhari'nin makamına türbedar ve sonra şeyh olmuştur.

Babasının vefatından sonra da Üftade Dergahı'na şeyh olmuştur. Güzel ahlakı, nazik, kibar, alim ve faziletli bir zattı. Birçok şiir ve ilahileri vardı. Kendisinin erkek evladı yoktu. Altı yıl halkın irşadıyla meşgul olduktan sonra 1 Zilhicce 1223 (18 Ocak 1808) Çarşamba günü vefat etmiştir. Uzun boylu, orta sakallı, beyaz yüzlü, nurlu bir çehresi vardı.


9. Şeyh Burhaneddin Efendi

Ahmed Hasib Efendi'nin kızı Rukiye Hanım, Pir Kadızade Mehmed Bey'le evlenmiş, bu aileden doğan Burhaneddin Efendi, Üftade'nin erkek evladı kalmadığından bilahere dokuzuncu postnişin olarak ceddinin makamına oturmuştur.

Burhaneddin Efendi, babasının vefatını müteakip makamına geçtikten sonra "Riyaset-i Meşayıh", "Baş müderris"lik ve Seyyidlerin işlerini tanzim eden bir müessese olan "Nakibü'l-Eşraf'lık vazifeleri uhdesi'ne rilmiştir,

"Muaccelat-ı Evkaf" nezareti ve Tanzimat'ın ilanından sonra Bursa 'da teşekkül ettirilen "Meclis-i İdare-i Vilayet" vazifeleri de kendisine tevdi edilmiştir. En son 1260 (1844) yılında Sultaniye Medresesi'ne müderris olmuştur.

Burhaneddin Efendi, edib, vakur, güzel ahlaklı, iyi tabiatlı, cömert, akıllı ve kamil bir zattı. Hacca gitmiş ve Hazret-i Peygamberin Ravzası'na yüz sürmüştü.

1260 ( 1844) senesinde Sultan 1. Abdblmecid Bursa'ya geldiğinde Burhaneddin Efendi'yi ziyaret etmiş ve dönüşünde Ravza-i Mutahhara örtülerinden birini göndermiştir. Eyalet müşiri Mustafa Pasa, meşayıhı toplayarak tekbir ve tehlillerle örtüyü türbeye götürerek Üftade sandukasının üzerine örtmüşlerdir.

Şeyh Burhaneddin Efendi, Zilkade 1262 (Ekim 1845) de vefat eylemiştir.

10. Mehmed Üftade Efendi

Şeyh Burhaneddin'in oğludur. 1252 (1836) da doğmuş, 1261 (1845) de babasının vefatını müteakip onuncu postnişin olarak makamına oturmuştur.

Mehmed Üftade'nin babası Şeyh Burhaneddin Efendi'nin hanımı kısır olduğu için çocuğu olmuyordu. Bu yüzden hanımı kendisine bir cariye hediye etmişti. Bu cariye hamile kalınca Hz. Üftade rüyada çocuğun erkek olacağını müjdelemiş ve adını Mehmed Üftade koymasını emretmişti.

Bu emir gereği doğan çocuğun adı Mehmed Üftade konmuştu. İşte bu çocuk büyüyünce babasının yerine onuncu postnişin olarak oturdu.

Yetmiş senenye yakın şeyhlik yapan Mehmed Üftade, rind ve laubali meşreb, yani geleneklere aldırmayan içi irfan ve ilim, ile dolu, hiç çekinmeden içine geleni söyleyen, naz ehli aşık bir zattı. Daha ziyade münzevi bir hayat sürüyordu.

Mehmed Üftade, 2 Zilkade 1331 (3 Ekim 1912) Cuma günü "Hu" zikriyle vefat etmiştir.

11. Mehmed Efendi
Mehmed Üftade'nin oğludur. Babasının vefatını müteakip bir yıl kadar şeyhlik yaptıktan sonra 6 Zilhicce 1332 (26 Ekim 1913) Pazartesi günü vefat eylemiştir.

12. Hakkı Efendi

Onuncu postnişin Mehmed Üftade'nin oğludur. Ağabeyi Mehmed Efendi vefat edince yerine geçmiştir. Ne kadar bu hizmeti sürdürdüğü ve ne zaman vefat ettiğine dair bilgi yoktur.

13. Muhtar Efendi

On birinci postnişin Mehmed Efendi'nin oğludur. Muhtar Efendi'nin meşihati zamanında 1925 yılında 677 sayili kanunla tekkeler ve türbeler kapatılmıştır. Üftade Dergahı'nda postnişinlik yapan şeyhlerin tamamı Üftade Türbesi'nde medfundur.
Bugün 4148 ziyaretçikişi burdaydı!
AZİZ MAHMUD HUDAİ  
 

Bu sayfayı nasıl buldunuz?
Cok GuzeL
BeyenMediM
Fena DeğiL
Biraz Daha Bilgi Eklemelisin

(Sonucu göster)


 
YERYUZU  
 


YerYuzu (KA)



Ağladığımı Kimaseye Söyleme Anne!



Ağladığımı kimseye söyleme anne

Onlar beni güçlü biliyor,

Onlar beni en zor günümde bile ayakta biliyor

Ben aslında gülerek geçirdiğim her günün akşamında

Evde ağlarken, Onlar benim içimin sızladığını,

Yüreğimin yandığını bilmiyor,

Ayrılık acısını ne kadar tattığımı, ...

Bilmiyor!

Ağladığımı kimseye söyleme anne!

Onlar beni 'kral' belliyor.

Onlar beni,

Kızdım mı Dünya'yı yakacak insan biliyor.

Ben aslında onun gözlerine bakmaya bile kıyamazken;

Onlar benim bir erkek uğruna üzülebileceğimi

Tahmin bile etmiyor!

Ağladığımı kimseye söyleme anne!

Onlar beni ağlamaz biliyor

Ben aslında odama kapanıp

Sitem duygusuyla bir köşeye sinerken

Onlar beni hiç birşeyin sarsacağını

Akıllarının ucundan bile geçirmiyor!

Ağladığımı kimseye söyleme anne!

Onlar bunu hiç bilmiyor.

Onlar için ben,

en sağlam köprülerden daha sıkı bağlıyımdır hayata

Ben aslında,

Ölümle yaşam arasındaki o ince çizgide

Bir o yana, bir bu yana giderken

Onlar hala benim için hayatın

Hayal kırıklığından başka birşey olmadığını

Akıllarına bir türlü yerleştiremiyor!!




Rüya Beril Çalış
 
AZİZ MAHMUD HUDAİ  
 


Sadr-ı cemî' mürselîn

Sensin Yâ Rasûlallâh

Bedr-i eflâk-i yakîn

Sensin Yâ Rasûlallâh

Nûrun sirâc-ı vehhâc

Alemler sana muhtâc

Sâhib-i tâc u mi'râc

Sensin Yâ Rasûlallâh

Ayîne-i Rahmânî

Nûr-i pâk-i sübhânî

Sırr-ı seb-a'l-meânî

Sensin Yâ Rasûlallâh

Şâhidin leyl-i isrâ

Sübhânellezî esrâ

Câmi-i cümle esmâ

Sensin Yâ Rasûlallâh

Ey menba-ı lutf u cûd

Yerin makâm-ı mahmûd

Yaradılmışdan maksûd

Sensin Yâ Rasûlallâh

Canlar içinde cânân

Ma'den-i ilm u irfân

Ceddim ü pîrim sultân

Sensin Yâ Rasûlallâh

Açan râh-ı tevhîdi

Bulan sırr-ı tefrîdi

Hüdâyî'nin ümmîdi

Sensin Yâ Rasûlallâh

Açıver lutfedip doğru yolunu












Allâh'ım Allâh'ım güzel Allâh'ım

Sensin esirgeyen âşık kulunu

Allâh'ım Allâh'ım güzel Allâh'ım

Nice bir dünyâdan usanmayalım

Nice bir gafletten uyanmayalım

İr-gör sana hasretle yanmayalım

Allâh'ım Allâh'ım güzel Allâh'ım

Ger bizde yoğ-ise sana liyâkat

Fazlınla ey Mevlâ'm eyle inâyet

Hüdâyî kulunda kalmadı tâkat

Allâh'ım Allâh'ım güzel Allâh'ım
 
AZİZ MAHMUD HUDAİ  
 
Aziz Mahmud Hudai Hz leri



Hakk'ı koyup bâtıla meyl ü muhabbet neden?

Tâbi-i şeytân olup fitne vü şirret neden?

Râh-ı salâha gidüp sulh u sülûk ehli ol

Nefse uyup herkese hiddet ü şiddet neden?

Bir kapunun kulları bir erin oğulları

Birbirini şer sanup buğz u adâvet neden?

Kanı cihânın kişi malını cem' eylese

Bir gün olur kor gider buhlile haset neden?

Devlet-i dünyâ-yı dûn bir kuru sivâ iken

Kaniye mağrûr olup ziynet ü şöhret neden?

Mülk-i Süleymân-ile taht-ı Skender kanı?

Bildin ise bunları fânîye rağbet neden?

Aç gözünü imdi gel nûr-i basîretle bak

Meslek-i hayrı koyup şerre azîmet neden?

Sünnet-i Fahr-ı rusül oldu çü hayr-ı sübül

Mesleki tahvîl edip âdet ü bid'at neden?

Aklını der başına dinle Hüdâyî'yi gel

Hakk sözü gûş ede-gör böyle sefâhat neden?





Erenler zehir getirin, balınan öldürmen beni

Bağrıma diken batırın, gül ilen öldürmen beni

Hiçlik aleminde mestim, varlık sevdasını kestim

Yokluk benim eski dostum, malınan öldürmen beni

Yar diyerek yana yana, can teslim ettim canana

En yakınım kıysın bana, el ilen öldürmen beni

Bir aşktır düştü özüme, yanarım kendi közüme

Leyla görünüp gözüme, çölünen öldürmen beni

Duygular dönüştü söze, yanık seda işler öze

Dertli dertli vurup saza, tel ilen öldürmen beni

Hüdai`yim daldım gama, saldı beni demden deme

Asın, kesin, yüzüN ama, dil ilen öldürmen beni
 
DİNLEMEK İÇİN SECNİNİZ