Dostların Bir Araya Geldiği YeR
SaYFaMıZa HoŞ GeLdiNiZ  
  Ana Sayfa
  ANKET
  HZ.UFTADE
  BAYANLAR İCİN NAMAZKILMA RESİMLİ ANLATIM
  GUNLUK HADİS VE DUA
  KUR-AN
  Hz.Mevlana
  MYNET DOSTLARIM YAZIN
  İBRAHİM BİN ETHEM HZ.Leri
  40HADİS
  SOHBET
  GELEN ZİYARETCİ

İSTİKLAL MARŞI

Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.

Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celal?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal...
Hakkıdır, hakk'a tapan, milletimin istiklal!

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.

Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
'Medeniyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar?

Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın.
Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
Doğacaktır sana va'dettiği günler hakk'ın...
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.

Bastığın yerleri 'toprak!' diyerek geçme, tanı:
Düşün altında binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şuheda fışkıracak toprağı sıksan, şuheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da hüda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.

Ruhumun senden, ilahi, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.
Bu ezanlar-ki şahadetleri dinin temeli,
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.

O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım,
Her cerihamdan, ilahi, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-i mücerred gibi yerden na'şım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım.

Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, hakk'a tapan, milletimin istiklal!

Mehmet Akif Ersoy

www.htmlmekani.tr.gg
Ana Sayfa
hoşgeldiniz gifleri fbml kodları-www.fbmlkodarsiv.tr.gg
" />
SAĞLIĞIMIZDA BİZİ
VEFATIMIZDAN SONRA KABRİMİZİ

ZİYARET EDENLER VE TURBEMİZİN önünden

GECTİĞİNİZDE BİR FATİHA Okuyanlar bizimdir

BİZİ SEVENLER DENİZDE BOĞULMASIN
AHİR OMURLERİNDE FAKİRLİK CEKMESİN,

İMANLARINI KURTARMADIKCA GOÇMESİN
Aziz Mahmud Hüdai HZ.LERİ

  948'de (1541) Şereflikoçhisar'da doğdu.

Çocukluğunu geçirdiği Sivrihisar'da ilk tahsiline başladı.

Daha sonra İstanbul'a giderek Küçükayasofya Medresesi'ne girdi.

Medrese tahsilini tamamladıktan sonra Hocası Nâzırzâde Ramazan Efendinin muîdi oldu.

Talebelik ve muîdlik yıllarında bir yandan da

Halvetiyye tarikatına mensup Küçükayasofya Camii Şeyhi Nûreddinzâde

Muslihuddin Efendi'nin sohbetlerine devam etti.

  Hocası Nâzırzâde Edirne'de Selimiye Medresesi'ne müderris,

Mısır ve Şam'a Kadı tayin edildiği yıllarda Hüdâyî'yi yanından ayırmadı.

Hüdâyî Misir'da hocasıyla beraber bulunduğu sıralarda

Halvetiyye tarikatının Demirtaşiyye KOLUNDAN

Kerîmüddin el-Halvetî'den "Usûl-i esma" terbiyesi gördü.



  1573'te Misir'dan dönüşünde Bursa'da Ferhâdiye Medresesi'ne müderris

ve Cami-i Atik Mahkemesi'ne nâib tayin edildi.

Hocası Nâzırzâde ise Bursa mevleviyetine getirildi.

Bursa'ya gelişinin üçüncü yılında Hocası vefat etti.


  Talebelik ve muîdlik Yıllarından beri tasavvuf çevresiyle yakın teması bulunan Hüdâyî,

hocasının ölümünün üzerinde bıraktığı derin tesir sebebiyle resmî görevlerinden ayrılarak

daha önce vaaz ve sohbetlerine katıldığı Muhyiddin Üftâde'ye intisab etti .

Üç yıl gibi kısa bir zamanda seyr ü sülûkünü tamamladı.


 
Şeyh Üftâde kendisini Memleketi Sivrihisar'a Halife tayin etti.

Ancak burada ay kadar kalabilen Hüdâyî altı, şeyhi Üftâde'yi Ziyaret etmek için tekrar Bursa'ya döndü.

Fakat bu arada şeyhi vefat edince Rumeli'ye gitti. Trakya ve Balkanlar'da bir süre kaldıktan sonra İstanbul'a geldi.

  Şeyhülislâm Hoca Sâdeddin Efendi'nin delâletiyle tayin edildiği Küçükayasofya Camii Tekkesi'nde sekiz yıl şeyhlik makamında bulundu.

Bir yandan da Fâtih Camii'nde vâizlik yaptı, tefsir ve hadis okuttu.



 
Daha sonra Üsküdar'da Hüdâyî Dergâhı'nın bulunduğu yeri 1589 yılında satın aldı.

Dergâhın inşaatıyla daha yakından ilgilenmek için ikàmetgâhını Rum Mehmed Paşa Camii civarına nakletti.

1595'te dergâhın İnşaatı tamamlandı. 1599 yılında Fâtih Camii vâizliğini bırakarak

Üsküdar Mihrimah Sultan (İskele) Camii'nde Perşembe günleri vaaz vermeye başladı.

Sultan Ahmet Camii'nin açılışında (1616) ilk hutbeyi Aziz Mahmud Hüdâyî okudu etmeyi kabul etti pazartesi günü burada vaaz her ayın ilk ve.


  Üsküdar'da bulunduğu yıllarda Bulgurlu'da da bir çilehàne ile bir hamam yaptırdı.

Çilehàne'nin bulunduğu yerdeki Bulgurlu köyü, Ilısuluk Tarlaları ve Gaziler terpesinin bir kısmı

I. Ahmed tarafından Ferman-ı hümâyunla Aziz Mahmud Hüdâyî adına tescil edildi.

 
Kanûnî'nin kızı Mihrimah Sultan'dan torunu Ayşe Sultan (Ö. 1598) ile de evlendiği rivayet edilen Aziz Mahmud Hüdâyî,

daha güvenli 1038'de (Ekim 1628) vefat etti.

bir çocuğu oldu ve nesli, kızları Ümmügülsüm (Ö. 1641), Zeyneb (Ö. 1642) ve Fatma Zehra (Ö. 1675) vasıtasıyla devam etti Doğum Altısı kız olmak üzere.


 
Hüdâyî, halktan sultanlara kadar uzanan geniş bir tesir halkası meydana getirdi.

Devrin padişahlarıyla yakın ilgi kurmamayı başardı. III. Murad, I. Ahmed ve II. Osman gibi padişahlara mektuplar yazdı,

Öğütler verdi. IV. Murad'a saltanat kılıcını kuşattı.

Ferhad Paşa ile Tebriz Seferi'ne katıldı. Zaman zaman padişahların davetlisi olarak Saraya gitti ve onlarla sohbetlerde bulundu.

Evliya Çelebi, "Yedi padişahın Hüdâyî'nin elini öptüğünü, 170 000 müride irâdet () verdiğini" belirtir el.




  Aziz Mahmud Hüdâyî'nin her zümreden insanlarla dolup taştı Dergahı. Devlet ricâlinden Sadrazam Kayserili Halil Paşa, Dilaver Paşa, ilmiyeden Hoca Sadettin Efendi'nin Sun'ulah Efendi, Şeyhülislâm Hocazade Esad Efendi, Okçuzâde Sahi Mehmed Efendi, Sarı Abdullah Efendi, Nev'îzâde Atai, meşhur Sufi Oğlanlar şeyhi İbrahim Efendi ve benzeri onun dergâhının müntesip veya müdâvimleri arasındaydı.



  Vefat ettiğinde atmışa yakın halifesi bulunduğu rivayet edilen Aziz Mahmud Hüdâyî, otuz kadar eseriyle Anadolu ve Balkanlar'daki dini halifeleri ve yazdığı-Tasavvufi hayat üzerinde derin tesirler icra etmiş ve bu şekilde şöhreti günümüze kadar ulaşmıştır. Tekkesi, İstanbul'un en önemli tasavvuf ve kültür merkezi olarak hizmet görmüş, bu dergâhtan pek çok ilim ve fikir adamı, şeyh ve mûsikîşinas yetişmiştir.

  Hüdâyî Dergâhı'na bağlı müelliflerin en meşhuru, şüphesiz, Rûhül-Beyan sahibi Bursalı İsmail Hakkı'dır. Eserlerinde sık sık Hüdâyî'den nakiller yapan Bursalı İsmail Hakkı, onu Gazneli Sultan Mahmud ile mukayese ederek sevgisini şöyle dile getirir:



Ey guruh-ı Muhammedî biliniz

  Geldi bu Aleme iki Mahmud

  Biri Mahmud-i Gaznevî meşhur

  Biri Mahmud-ı ma'nevî ma'hûd

  ,
Gerekse daha sonra yazılan tarih ve bibliyografya kitaplarında "kutbül-aktâb, Sahib-i Zaman, Gerek devrinde mürşid-i Kâmil" gibi unvanlarla anılması ölümünden sonra da şöhretinin devam ettiğini gösterir. Dile nakledilen menkıbe ve kerametleri halkın gönlünde bu kurmasını sağlamış, her devirde artarak devam etmiştir ziyaretçileri.   Daha sağlığında hayatını tehlikede gören pek çok devlet adamının onun tekkesine sığınarak hayatını kurtardığı bilinmektedir.



Vefatından sonra ise bıraktığı, çok zengin vakfiyesi sayesinde Tekkesi ibaret ve Külliyesi halkın sığınak ve Barınağı olmuştur. Özellikle mensupları, sevenleri ve türbesini ziyaret edenler hakkında, "Denizde boğulmasınlar, ahir ömürlerinde fakirlik görmesinler ve imanlarını kurtarmadıkça gitmesinler ..." şeklindeki Duası, türbesini İstanbul'da Eyüp Sultan, Sünbül Efendi ve Yahya Efendi'den sonra Ziyaretçisi en çok olan Türbeler arasına sokmuştur. 1266 (1850) yangınında yanan Hüdâyî Külliyesi'nin devrin padişahı Abdülmecit tarafından yedinden inşa ettirilmiş olması, bu sevgi bağının saray çevresinde devam etmekte olduğunu gösterir.



Eserlerinin İstanbul kütüphanelerinde birçok Nüshasının bulunmas onların halk tarafından ne kadar sevilip benimsendiğini gösterir. Celvetiyye tarikatı ve diğer tarikat mensuplarınca eserlerinin büyük bir kısmına Şerh ve hâşiyeler yapılmış, bazıları da Türkçe'ye çevrilmiştir. Yunus tarzındaki ilâhilerine pek çok mutasavvıf-şair tarafından nazîreler yazılmıştır. Celvetî tekkelerinde şeyhlik eden kimselerin tamamına yakın kısmı Hüdâyî tarzında şiirler yazmışlar ve besteler yapmışlardır.




  Tasavvufi Halk Edebiyatı Şairleri zümresi içinde yer alan Hüdâyî, sade ve hikemî mahiyette Tekke şiirleri yazmistir. Daha çok ilahi tarzındaki bu şiirlerinde hece bazen, bazen de Aruz veznini kullanan Hüdâyî, İbnül-Arabî'nin sistemleştirdiği vahdet-i vücûd anlayışına bağlı bir mutasavvıftır. Eserlerinde, şiirlerinde ve mektuplarında bu açıkça görülmektedir. Ancak onun vahdet; i vücûd anlayışını Yunus Emre kadar derin bir şekilde işlediğini söylemek güçtür. Bununla birlikte tasavvufun engin ruhunu samimi bir ifadeyle nazmetmiştir.

İlâhilerinden bir kısmı bizzat kendisi, bir kısmı da muhib ve müntesipleri tarafından bestelenerek yüzyillar boyu tekkelerde okunmuş, zikir meclislerinin ve âyinlerinin ayrılmaz bir parçası hâline gelmiştir. Kurucusu bulunduğu Celvetiyye tarikatı Selâmiyye, Hakkıyye, Fenâiyye, Hâşimiyye adlı dört kola ayrılmıştır. Tekkelerin kapatılmasına yakın yıllarda, İstanbul'da bu kollara bağlı otuz kadar tekke bulunmaktaydı.




  Eserleri:   Arapça ve Türkçe otuz kadar eseri bulunan Aziz Mahmud Hüdâyî, devrinin anlayışına uyarak eserlerinin çoğunu Arapça yazmistir.

  Arapça Başlıca eserleri şunlardır:

  1. Nefâ'isül-Mecâlis: Tasavvufi bir tefsirdir. Anacak Kur'an ayetlerinin tamamı değil seçilen bazı ayetler açıklanmıştır. Yazmalarının bir kısmı iki, diğerleri üç cilt halinde olup en düzgün ve en eski nüshası Süleymaniye Kütüphanesi'ndedir. (Şehîd Ali Paşa, nr. 172-174)

  2. Câmiul-Fezâil Ve Kàmiur-Rezâil: İlmi, Ameli ve ahlaki faziletleri anlatan bu eser, Hüdâyî'nin en meşhur ve en yaygın eserlerinden biri olup en eski nüshası Köprülü Kütüphanesi'ndedir (nr. 1853 / 3)



  3. Miftâhus-Salât Ve Mirkàtün-Necat: Namazın Fazilet ve hikmetlerini anlatan risâlede Muhyiddin İbnül-Arabi ve Şehâbeddin Sühreverdî gibi büyük mutasavvıfların fikirlerine de yer verilmiştir. 1010 (1601) tarihli en eski yazma nüshası Murad Molla Kütüphanesi'ndedir (nr. 1314 / 4). Bu Risâle de H. Kamil Yılmaz tarafından tercüme edilerek İlim Amel ve Seyr ü Suluk adlı Eserin soonunda yayımlanmıştır.

4. Hulâsâtül-Ahbâr Fî Ahvâlin-Nebiyyil-Muhtar: Hüdâyî'nin hilkat, varlık, ve Hakîkat-i Muhammediyye gibi Tasavvufi konuları işlediği yaklaşık altmış varaklık bir eseridir. En eski yazma nüshası 1037 (1627) tarihli olup Hacı Selim Ağa Kütüphanesi'nedir (Hüdâyî, nr. 258).

5. Habbetül-Muhabbe: Allah, Peygamber ve Ehl-i Beyt sevgisini anlatan küçük bir risâledir. Ahmed Remzi Akyürek tarafından Mahbûbül-Ahibbe adıyla tercüme edilen bu risâleyi Rasim Deniz yeni harflerle yayımlamıştır. (Habbetül-Muhabbe Tercümesi Mahbûbül-Ahibbe, Kayseri 1982).

6. Keşfül-Kına 'Bir Vechis-Semâ': Semâın meşruiyetini Müdafaa için yazılmış olan bu risâlenin 1016 (1607) tarahli nüshası Köprülü Kütüphanesi'nedir. (nr. 1583 / 7). Eser H. Kâmil Yılmaz tarafından tercüme edilerek neşredilmiştir. ( "Hüdâyî'nin Semâ Risalesi", MÜİFD, IV [1986]. Zb 273/284).


  Bunlardan başka Hayâtül-Ervâh Ve Necâtül-Eşbâh, el-Fethül-ilahi, Tecelliyât, et-Tarîkatül-Muhamediyye, Fethül-Bâb Ve Ref'ul-Hicâb, el-Mecâlîsül-Va'zıyye adlı Arapça eserleri vardır. Şeyhi Üftâde'nin sohbetlerinde tutuğu notlardan meydana gelen Vâkıàt adlı eser de genellikle Hüdâyî'ye Nisbet edilmiştir. Yazmaları genellikle üç cilt halinde tertib edilmiş olan Eserin, üzeride Hüdâyî'nin hattı olduğuna dair bir kayıt bulunan nüshası Hacı Selim Ağa Kütüphanesi'ndedir (Hüdâyî, nr. 250)


                    Hüdâyî'nin Belli Başlı Türkçe eserleri de şunlardır: 1. Divan: Divan-ı İlâhiyyât olarak da bilinen eserde Hüdâyî'nin 255 kadar ilâhisinden başka rubâbî ve Kıtalar da vardır. Divan, Kemalledin Şenocak ve Ziver Tezeren tarafından ayrı ayrı yayımlanmıştır. (İstanbul 1970, 1986)



  2. Necâtül-Garik fil-Cem'i vet-Tefrîk: Tasavvuf terimlerinden olan cem 've farkın manzum olarak anlatıldığı bir risâledir.

  3. Tarîkatnâme: Celvetiyye tarikatı âdâbını anlatan bir risâledir.
  Bu üç eser Nuri adlı bir kişi tarafından Külliyyât-ı Hazret-i Hüdâyî adıyla yayımlanmıştır (İstanbul 1287). Bu nesrin sonunda Hüdâyî'nin kısa bir hal tercümesiyle tarikat silsilesine de yer verilmiştir. Aynı eserleri, Hüdâyî Âsitânesi'nin oğlu postnişinlerinden Mehmed Gülşen Efendi (Ö. 19,259, başına daha geniş bir hal Tercümesi ve Hüdâyî'nin Arapça et-Tarîkatül-Muhammediyye adlı eserini de ilave ederek yeniden neşretmiştir. (İstanbul 1338).

  4. Mektubat: Hüdâyî'nin III. Murad'a ve Diğer padişahlarla bazı devlet erkânına gönderdiği mektuplardır. Çoğu III. Murad $ a yazılan 152'si İngilizce, yirmi iki kadarı da Arapça mektuptan oluşan bir nüsha Süleymaniye Kütüphanesi'ndedir (Fatih, nr. 2572).
  5. Nesâih Ve Mevâiz: Hüdâyî'nin vaaz ve nasihatlerini ihtiva eden eser 237 varak olup kırk üç bölümden oluşur. Bilinen tek yazma nüshası Hacı Selim Ağa Kütüphanesi'ndedir (Hüdâyî, nr. 266)

  6. Mi'râciyye: Mi'rac hadisesini ayet ve hadislein ışığı altında anlatan bir Risâle olup bir nüshası Hacı Selim Ağa Kütüphanesi'ndedir (Hüdâyî, nr. 262)
Bugün 4523 ziyaretçikişi burdaydı!
AZİZ MAHMUD HUDAİ  
 

Bu sayfayı nasıl buldunuz?
Cok GuzeL
BeyenMediM
Fena DeğiL
Biraz Daha Bilgi Eklemelisin

(Sonucu göster)


 
YERYUZU  
 


YerYuzu (KA)



Ağladığımı Kimaseye Söyleme Anne!



Ağladığımı kimseye söyleme anne

Onlar beni güçlü biliyor,

Onlar beni en zor günümde bile ayakta biliyor

Ben aslında gülerek geçirdiğim her günün akşamında

Evde ağlarken, Onlar benim içimin sızladığını,

Yüreğimin yandığını bilmiyor,

Ayrılık acısını ne kadar tattığımı, ...

Bilmiyor!

Ağladığımı kimseye söyleme anne!

Onlar beni 'kral' belliyor.

Onlar beni,

Kızdım mı Dünya'yı yakacak insan biliyor.

Ben aslında onun gözlerine bakmaya bile kıyamazken;

Onlar benim bir erkek uğruna üzülebileceğimi

Tahmin bile etmiyor!

Ağladığımı kimseye söyleme anne!

Onlar beni ağlamaz biliyor

Ben aslında odama kapanıp

Sitem duygusuyla bir köşeye sinerken

Onlar beni hiç birşeyin sarsacağını

Akıllarının ucundan bile geçirmiyor!

Ağladığımı kimseye söyleme anne!

Onlar bunu hiç bilmiyor.

Onlar için ben,

en sağlam köprülerden daha sıkı bağlıyımdır hayata

Ben aslında,

Ölümle yaşam arasındaki o ince çizgide

Bir o yana, bir bu yana giderken

Onlar hala benim için hayatın

Hayal kırıklığından başka birşey olmadığını

Akıllarına bir türlü yerleştiremiyor!!




Rüya Beril Çalış
 
AZİZ MAHMUD HUDAİ  
 


Sadr-ı cemî' mürselîn

Sensin Yâ Rasûlallâh

Bedr-i eflâk-i yakîn

Sensin Yâ Rasûlallâh

Nûrun sirâc-ı vehhâc

Alemler sana muhtâc

Sâhib-i tâc u mi'râc

Sensin Yâ Rasûlallâh

Ayîne-i Rahmânî

Nûr-i pâk-i sübhânî

Sırr-ı seb-a'l-meânî

Sensin Yâ Rasûlallâh

Şâhidin leyl-i isrâ

Sübhânellezî esrâ

Câmi-i cümle esmâ

Sensin Yâ Rasûlallâh

Ey menba-ı lutf u cûd

Yerin makâm-ı mahmûd

Yaradılmışdan maksûd

Sensin Yâ Rasûlallâh

Canlar içinde cânân

Ma'den-i ilm u irfân

Ceddim ü pîrim sultân

Sensin Yâ Rasûlallâh

Açan râh-ı tevhîdi

Bulan sırr-ı tefrîdi

Hüdâyî'nin ümmîdi

Sensin Yâ Rasûlallâh

Açıver lutfedip doğru yolunu












Allâh'ım Allâh'ım güzel Allâh'ım

Sensin esirgeyen âşık kulunu

Allâh'ım Allâh'ım güzel Allâh'ım

Nice bir dünyâdan usanmayalım

Nice bir gafletten uyanmayalım

İr-gör sana hasretle yanmayalım

Allâh'ım Allâh'ım güzel Allâh'ım

Ger bizde yoğ-ise sana liyâkat

Fazlınla ey Mevlâ'm eyle inâyet

Hüdâyî kulunda kalmadı tâkat

Allâh'ım Allâh'ım güzel Allâh'ım
 
AZİZ MAHMUD HUDAİ  
 
Aziz Mahmud Hudai Hz leri



Hakk'ı koyup bâtıla meyl ü muhabbet neden?

Tâbi-i şeytân olup fitne vü şirret neden?

Râh-ı salâha gidüp sulh u sülûk ehli ol

Nefse uyup herkese hiddet ü şiddet neden?

Bir kapunun kulları bir erin oğulları

Birbirini şer sanup buğz u adâvet neden?

Kanı cihânın kişi malını cem' eylese

Bir gün olur kor gider buhlile haset neden?

Devlet-i dünyâ-yı dûn bir kuru sivâ iken

Kaniye mağrûr olup ziynet ü şöhret neden?

Mülk-i Süleymân-ile taht-ı Skender kanı?

Bildin ise bunları fânîye rağbet neden?

Aç gözünü imdi gel nûr-i basîretle bak

Meslek-i hayrı koyup şerre azîmet neden?

Sünnet-i Fahr-ı rusül oldu çü hayr-ı sübül

Mesleki tahvîl edip âdet ü bid'at neden?

Aklını der başına dinle Hüdâyî'yi gel

Hakk sözü gûş ede-gör böyle sefâhat neden?





Erenler zehir getirin, balınan öldürmen beni

Bağrıma diken batırın, gül ilen öldürmen beni

Hiçlik aleminde mestim, varlık sevdasını kestim

Yokluk benim eski dostum, malınan öldürmen beni

Yar diyerek yana yana, can teslim ettim canana

En yakınım kıysın bana, el ilen öldürmen beni

Bir aşktır düştü özüme, yanarım kendi közüme

Leyla görünüp gözüme, çölünen öldürmen beni

Duygular dönüştü söze, yanık seda işler öze

Dertli dertli vurup saza, tel ilen öldürmen beni

Hüdai`yim daldım gama, saldı beni demden deme

Asın, kesin, yüzüN ama, dil ilen öldürmen beni
 
DİNLEMEK İÇİN SECNİNİZ